MTO’nun izinde derinleşmek… (2)
Dün başladığımız muhteşem yazıya ilgi güzel oldu. Teşekkür ediyorum. Bugün o yazının ikinci kısmını paylaşıyorum sizlerle. MTO’nun Bursa temsilcisi Nuri Gür Bey kardeşimin “MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) nedir?” sorusunun izini sürdüğü, bir medeniyet mefkûresinin yapıtaşlarının nasıl döşendiğini gösterdiği, su gibi akan nefis bir yazısı. Ufuk ve zihin açıcı okumalar… DENGENİN DENGESİNİ YAKALAMAK… Bu yolculukta zihin, zemin ve zaman kavramları büyük önem taşır. Zihin, insanın düşünce evrenini, kavrayışını
Dün başladığımız muhteşem yazıya ilgi güzel oldu. Teşekkür ediyorum. Bugün o yazının ikinci kısmını paylaşıyorum sizlerle. MTO’nun Bursa temsilcisi Nuri Gür Bey kardeşimin “MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) nedir?” sorusunun izini sürdüğü, bir medeniyet mefkûresinin yapıtaşlarının nasıl döşendiğini gösterdiği, su gibi akan nefis bir yazısı. Ufuk ve zihin açıcı okumalar…
DENGENİN DENGESİNİ YAKALAMAK…
Bu yolculukta zihin, zemin ve zaman kavramları büyük önem taşır. Zihin, insanın düşünce evrenini, kavrayışını ve anlama kapasitesini temsil eder. Zemin, bu zihnin üzerine inşa edileceği sağlam temelleri gösterir. Zaman ise, bu sürecin hangi aşamalarda gerçekleşeceğini belirleyen en kritik faktördür. Zihni güçlü fakat zemini kaygan olan bir insan, düşüncelerini sağlam bir şekilde inşa edemez. Zemini güçlü ama zamanı iyi idrak edemeyen, iyi kullanamayan bir insan, potansiyelini gerçekleştiremez. İşte bu yüzden medeniyet inşası, bu üç unsurun dengesi üzerine kuruludur.
Peki, bu dengeyi nasıl kuracağız?
Öncelikle, epistemoloji, fenomenoloji ve ontoloji kavramlarını doğru bir şekilde anlamamız gerekir. Epistemoloji, yani bilginin doğası, neyin hakikat olup olmadığını belirleme sürecidir. Fenomenoloji, insanın tecrübeleri üzerinden anlam arayışıdır. Ontoloji ise varlığın doğasını sorgulayan felsefî bir disiplindir.
Bu üç kavram, insanın kendi varlığını sorgulamasına, anlamlandırmasına ve inşa etmesine imkân tanır. MTO’nun sunduğu perspektif, insanın bu üç aşamayı bilinçli bir şekilde deneyimlemesini sağlar.
Ancak bu sürecin başarılı olabilmesi için fikir, zikir ve şükür dengesinin de sağlanması gerekir. Fikir, insanın aklıyla hakikati sorgulamasıdır. Zikir, bu hakikatin kalpte yankılanması ve sürekli hatırlanmasıdır. Şükür ise, bulunan hakikatin bir idrak seviyesine ulaşması ve hayata geçirilmesidir.
Bu üçlü denge, insanın sadece bilen bir varlık olmaktan çıkıp, bilen, hatırlayan ve yaşayan bir varlık haline gelmesini sağlar. Medeniyet dediğimiz büyük yapı, aslında insanın kendi iç dünyasındaki bu sürecin sonucunda ortaya çıkar.
Ribat, irtibat ve rabıta kavramlarını da unutmamak gerekir. Ribat, bir bilinç inşasıdır; insanın hakikate sıkı sıkıya bağlı kalmasını temsil eder. İrtibat, bu bilinci diğer insanlarla ve medeniyetle ilişkilendirmektir. Rabıta ise, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bir bağ kurmaktır. MTO’nun sunduğu sistem, insanı sadece bireysel anlamda değil, toplumsal ve medeniyet ölçeğinde de bir bilinç inşasına yönlendirir. Çünkü bir medeniyet, yalnızca bireylerin kendilerini inşa etmeleriyle değil, aynı zamanda bu bireylerin bir bütün olarak hareket etmeleriyle yani fert olabilmeleriyle var olabilir.
GELECEĞİ İNŞA EDECEK BİLİNÇ
Bugün dünyada en büyük eksiklik, işte tam olarak burada ortaya çıkmaktadır: Bilginin eyleme dönüşmemesi, medeniyet tasavvurunun bireysel bir bilinç seviyesine ulaşmaması ve toplumsal hafızanın kaybolması. MTO’nun çağrısı, işte tam da bu boşluğu doldurmaya yöneliktir. Kitap, mizan ve hadid ışığında şekillenen bu çağrı, insanı sadece akademik bir bilgiyle değil, ruhî ve ahlâkî bir derinlik ile donatmaya çalışmaktadır.
İnsanlık tarihi, medeniyetlerin yükselişine ve çöküşüne şahitlik eden bir zaman döngüsüdür. Her medeniyet, kendi zihniyetini, değerlerini ve dünyaya bakış açısını bir temel üzerine inşa eder. Ancak zamanla, bu temel zayıfladığında, medeniyetler ya kendilerini yenileyerek varlıklarını sürdürürler ya da tarih sahnesinden silinirler. MTO’nun sunduğu perspektif, bu döngünün farkında olan bir medeniyet tasavvuru ortaya koymaktadır. Çünkü asıl mesele, geçmişin bir tekrarı değil, geleceği inşa edecek bir bilinç düzeyine ulaşmaktır.
Bu bilinç düzeyine erişebilmek için öncelikle celal, cemal ve kemal dengesinin anlaşılması gerekir. Celal, gücün, kudretin ve disiplinin bir yansımasıdır. Cemal, estetiğin, güzelliğin ve inceliğin bir göstergesidir. Kemal ise, bu iki unsurun bir araya gelerek tamamlanmasıdır. Bir medeniyet, sadece celale dayanarak var olamaz; eğer güç, adalet ve hikmetle dengelenmezse, zulme dönüşür. Yine aynı şekilde, yalnızca cemal üzerine inşa edilen bir yapı da ayakta kalamaz; çünkü estetik, adalet ve irade olmadan güçsüz kalır. İşte tam da bu noktada kemal devreye girer: Celal ve cemalin hakikat ekseninde bütünleşmesi.
İslam, iman ve ihsan kavramları da bu dengenin en önemli unsurlarındandır. İslam, zahiri boyutu temsil eder; bir medeniyetin kurumsal, hukuki ve toplumsal yapısını inşa eder. İman, batıni boyutu temsil eder; insanın inanç dünyasını ve ruhsal derinliğini şekillendirir. İhsan ise, bu iki boyutun sanata, mimariye, düşünceye ve insan ilişkilerine yansımasını ifade eder. Bir medeniyetin kalıcılığı, bu üç unsuru ne kadar sağlıklı bir şekilde yaşattığına bağlıdır.
MTO’nun sunduğu bu tasavvur, bireyin yalnızca bir bilgi varlığı olmasını değil, aynı zamanda yaşayan bir bilinç ve aksiyon sahibi olmasını hedefler. Müslim, mü’min ve muhsin kavramları tam da bu noktada devreye girer. Müslim olmak, teslimiyeti ifade eder; bireyin hakikatin önünde boyun eğmesini ve kendi varlığını bu eksende anlamlandırmasını sağlar. Mü’min olmak, sadece inanmak değil, aynı zamanda imanını bir idrak sürecine dönüştürmektir. Muhsin olmak ise, bu imanın ihsan boyutunda, yani en güzel şekilde hayata geçirilmesidir. Bir medeniyet ancak muhsin / kamil insanların eliyle inşa edilir.
Peki, bu süreç nasıl işletilecek?
Öncelikle, dil, yer ve yön kavramlarının yeniden keşfedilmesi gerekir. Dil, bir medeniyetin düşünce dünyasının aynasıdır. Eğer bir toplumun dili bozulursa, düşünce dünyası da yozlaşır. Yer, kimlik inşasının merkezidir; bireyin hangi kültürel ve manevi coğrafyada bulunduğu, onun zihniyetini ve bakış açısını şekillendirir. Yön ise, bireyin ve toplumun hedeflerini belirleyen en temel unsurdur. Eğer bir toplum, yönünü kaybederse, geçmişini de geleceğini de kaybeder.
Bu noktada aks, eksen ve aksiyon kavramları, medeniyet inşasında yol gösterici bir çerçeve sunar. Aks, bir medeniyetin ana omurgasını temsil eder. Eksen, bu omurganın etrafında şekillenen kültürel, felsefi ve ahlaki değerler bütünüdür. Aksiyon ise, tüm bu unsurların bir araya gelerek somut bir dönüşüm yaratmasıdır. Bugün en büyük eksiklik, işte tam da burada ortaya çıkmaktadır: Bilginin eyleme dönüşmemesi.