Osmanlı ruhu olmadan aslâ!
Önce şunu bilelim: Bu ülkede, çoğunluğun azınlığa değil, azgın azınlığın sessiz çoğunluğa tahakkümü var.İşte bu bitecek. Buna tahammül edemiyorlar.Durumdan vazife...
Önce şunu bilelim: Bu ülkede, çoğunluğun azınlığa değil, azgın azınlığın sessiz çoğunluğa tahakkümü var.
İşte bu bitecek. Buna tahammül edemiyorlar.
Durumdan vazife çıkaran, darbe yapan, milleti hizaya getiren laik / oligarşik kurumların vesayeti bitecek.
Onca gürültünün nedeni bu!
Şunu söylüyorum: Azgın azınlığın egemenliği bitsin.
Ama hiç kimse kendini dışlanmış hissetmesin.
Bunu başarabilirsek bizi kimse durduramaz.
ALMAN RUHU, HEGEL VE WEIMAR RÖNESANSI
Türkiye, zor bir dönemeçten geçiyor. Zorlu, uzun ve yorucu bir yolculuk bizi bekliyor...
Ama şunu aslâ unutmamak gerekiyor:
Bütün zor zamanlarda, zorlu zamanlarda, toplumlar, o zorlukları aşacak bir ruh arayışına soyunurlar.
Almanlar böyle yaptılar. Ruslar, böyle yaptılar...
Hegel, yüzlerce prensliğin cirit attığı bu darmadağın Almanya'yı birleştirecek ruhun izini sürdü. O yüzden devleti kutsadı, putlaştırdı.
Aynı şeyi, Leibnitz de, Kant da yapmıştı: Avrupa'yı toparlayacak ortak bir “dil” ve ruh arayışının izini sürmüştü bu iki düşünür de.
Kant'ın izinden giden Hegel, Almanların “volkgeist” dedikleri, “halkın ruhu”nu, bu ruhun kültürel ve tarihî köklerini araştırdı.
Sonuçta Alman ruhunun, köklü bir Alman dili, kültürü, düşüncesi ve sanatıyla inşa edilebileceğine karar verdiler Alman düşünürler ve sanatçılar.
İşte Weimar Rönesansı buradan doğdu: Almanlar, kendilerini ayağa kaldıracak ruhun yapıtaşlarını geçmişten geleceğe doğru hem Avrupa düşünce tarihinde hem de dünya kültür tarihinde yolculuk yaparak döşemeyi başardılar.
Alman ruhunun, dil ve kültür kodları bakımından birleşmiş bir Almanya ve bu birliği sağlayacak, teminat altına alacak ve Almanya'nın en azından Avrupa tarihini yapacak güçlü bir lider etrafında hayat bulacağını gördüler: Bismarck'ı çıkardılar, Fransızların Napolyon'undan yaklaşık bir asır sonra.