Yörüngesini kaybeden mimarî: Cami, mekân ve yön

“Cami” ile “üniversite” anlamında “câmiatün” kelimesi de, cemaat, cemiyet, mecmua kelimeleri de aynı köktendir. Cami, hem herkesi toplayan hem etrafında toparlanılan mekândır. Oluş, tekevvün imkânıdır aynı zamanda: Cami, Müslüman şehrin merkezüssüdür, pusulasıdır, istikametini tayin eden yerdir. Camilerini yitiren bir Müslüman toplum, insanını da, toplumu da, eğitim kurumlarını da, düşünme melekelerini de, yerini ve yönünü, yörüngesini ve ruhunu da yitirme tehlikesinin eşiğine sürüklenmiş demektir.

“Cami” ile “üniversite” anlamında “câmiatün” kelimesi de, cemaat, cemiyet, mecmua kelimeleri de aynı köktendir. Cami, hem herkesi toplayan hem etrafında toparlanılan mekândır. Oluş, tekevvün imkânıdır aynı zamanda: Cami, Müslüman şehrin merkezüssüdür, pusulasıdır, istikametini tayin eden yerdir.

Camilerini yitiren bir Müslüman toplum, insanını da, toplumu da, eğitim kurumlarını da, düşünme melekelerini de, yerini ve yönünü, yörüngesini ve ruhunu da yitirme tehlikesinin eşiğine sürüklenmiş demektir.

MTO'muzun en parlak talebelerinden Mehmet Varıcı hocamızın camilerimizin hayatımızdaki anlamı, yeri ve değerine ilişkin yazdığı ikinci metni sizlerle paylaşıyorum. Nefis bir metin bu. Bütün diyanet camiasının dikkatle okumasında yarar var. Matematik öğretmeni Varıcı Hoca'nın üçüncü nefis cami yazısını da pazar günü yayımlayacağım. Zihin açıcı okumalar…

***

Câmi nedir? İçine girdiğimizde hangi duygular bize eşlik eder? Câmi deyince aklımıza Allah’ın ismi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünnet-i seniyyesi ve huşû dolu bir ibadet mekânı gelir. İçine adım attığımız an, sadece ayakkabılarımızı değil, dünya telaşımızı da dışarıda bırakırız. Câmi, insanı Rabbiyle buluşturan, Peygamber’in (s.a.v.) tevâzu ve sükûnet dolu mescidini çağrıştıran bir sığınaktır. Ama siz de hissediyor musunuz bilmiyorum; bugün bazı câmilere girdiğimde kendimi biraz yabancı gibi hissediyorum. Mekân sanki bana uzak duruyor; içimde o eski sıcaklığı bulamıyorum. Acaba değişen nedir? Câmi mi değişti, yoksa mimârîyle birlikte biz mi yavaşça değişiyoruz?

İçinden geçtiğimiz dönem, mekânı yeni bir biçimde tarif ediyor. Minberin, mihrabın, kürsünün birbirine olan mesafeleri, yerleşimleri hiç olmadığı kadar simetrik, ölçülü, hesaba kitaba uyan bir hâl almış. Geleneksel mimaride minber, her zaman mihrap çizgisini, kıble yönünü takip eder, hatip birkaç basamak aşağıda dururdu. Hatırlıyorum da, çocukluğumda büyüklerimizin anlattığı o zarif hikâyeler vardı. "Minberin tepesine çıkılmaz, çünkü kelâm yüksektir; insan değil," derlerdi. Bugün ise bazı câmilere girince, koltuklarla yükseltilmiş, görkemli ama soğuk duran bir minber karşılıyor bizi. O hâlde, şu soruyu sormak hakkımız değil mi? Sözün tevâzuundan uzaklaşıp koltukların konforuna yerleşmişsek, acaba neyi kaybettik?

Bugünün modern dünyası sadeliği seviyor, sade olanı övüyor. Ama her sadelik gerçekten "sâde" midir? İçinde mânâ olmayan bir sadelik, ruhun dinleneceği bir ortam mı yoksa insanı boşluğa sürükleyen bir soğukluk mudur? Son yıllarda inşa edilen kimi câmi örneklerine baktığımda, sade ama ruhsuz, sessiz ama ürkütücü mekânlarla karşılaşıyorum. Beyaz duvarlar, steril, donuk mekânlar… Bu yeni anlayış, ibadetin ruhuna değil, seküler estetik zevklere hizmet ediyor gibi görünüyor. Caminin içindeyiz ama sanki camide değiliz. O sıcaklıktan, huzurdan ve ruhtan kopuk bir sadelik. Bu sadelik, insanı sükûnete çağırmaktan çok, içinde yalnız bırakan bir boşluk gibi duruyor. Oysa câmi, insanı Allah’la baş başa bırakan, ruhun sesini çoğaltan bir mekândır. Sadeliğin içinde bir anlam olmadığında, yalnızca kalabalıktan kurtulmuş ama sessizlikte kaybolmuş olmaz mıyız?

Diğer uçta ise bu sadeliğin tam tersi bir anlayış var: Gösteriş ve şatafat. Dev avizeler, altın işlemeler, mermerlerle kaplı ihtişamlı duvarlar ve kürsüler... Gözlerimizin kamaşmasını sağlıyor belki ama kalbimiz bu şatafat içinde kayboluyor. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mescidi böyle gösterişli miydi? Değildi elbette. Onun mescidinde tevâzu vardı, sükûnet vardı, insanın kalbine işleyen samimiyet vardı. Bugünse gösterişli câmilerde Allah’ın adı zikrediliyor ama O’nun varlığını hissetmek zorlaşıyor. Câminin güzelliği kalbe değil de sadece göze hitap ediyorsa, câmi gerçek amacına ne kadar hizmet edebilir?

Modern dünyada her şeyi ölçüyoruz; her şeye bir geometri, her şeye bir simetri dayatıyoruz. Peki, ruh ölçülebilir mi? Huşû hesaplanabilir mi? Kartezyen bir dünya, her şeyi keskin çizgilerle bölmek, parçalara ayırmak ve yeniden birleştirmek ister. Fakat insan kalbi, o çizgiler arasında sıkışmaz mı? Caminin ruhu, yönelişle, tevâzuyla, Allah’a yönelmenin huzuruyla şekillenmez mi? Bir câminin her köşesi, her basamağı, her sütunu aslında insana bir şeyi hatırlatmalı değil mi? Mekân, yalnızca bir düzen değil, aynı zamanda ruhun dünyaya yansıması değil midir?

Cemaatle câmi arasındaki ilişki, aslında insanın kendi iç dünyasıyla kurduğu ilişkidir. Son zamanlarda câmiye girdiğimde, sanki mekân bana uzak duruyor gibi geliyor. İçimde o eski sıcaklığı bulamıyorum. Peki ya siz? Siz ne hissediyorsunuz? İnsanlar câmiye girdiklerinde sükûn bulmalı, anlam bulmalı, huzur bulmalı değil mi? Acaba bu soğukluk, cemaatin gençleşmesini, yenilenmesini, câmiyi sahiplenmesini engelleyen şeylerden biri olabilir mi?

Bir önceki yazımda, câmi temizliğine dair eleştirilerimi dile getirmiştim. Temizliği farz bilen Müslümanlar, abdesthanelerini, tuvaletlerini temiz tutmazken, büyük paralar harcayıp devasa avizeler ve işlemelerle câmi süslüyor. Temizlik ihmâl edilirken, gösterişe yatırım yapılması sizce de tuhaf değil mi? Allah’ın evi temiz ve tevâzu dolu olmalı; pahalı süslemelerle değil, manevî derinlikle güzelleşmeli değil midir?

Belki de şimdi kendimize şu soruyu sormalıyız: Yeni câmi tasarımları neyi amaçlıyor? Allah’a yaklaşmak ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünnetini yaşatmak mı, yoksa modern dünyaya uygun mekânlar mı üretmek? Mimârî, Peygamber sünnetini temsil etmekten uzaklaşırsa, bizler o sünneti nerede ve nasıl yaşatacağız? Eğer yönümüzü kaybedersek, câminin yörüngesinde dönen ruhumuz nereye gider?

Câmiler, bizim dünyaya açılan yörüngemizdir; yolumuzu şaşırdığımızda yönümüzü gösteren, ruhumuzu dinlendiren, bizi kendi içimize çağıran bir yörünge… Yörüngesini kaybeden mimârî, yörüngesini kaybeden insanlar üretmez mi?

Belki şimdi düşünmenin vaktidir: Mekânları değil, o mekânlarda yaşaması gereken tevâzuu ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünnetini yeniden inşa etmek gerekir. Çünkü câmi bizi susturmak değil, konuşturmak içindir. Mekânlar bizi kendimize, kalbimize, Allah’a ve Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) çağırmalı. Ancak böyle bir mimârî, yörüngesini kaybetmez; tam tersine bize yönümüzü yeniden buldurur.

Yörüngesine oturmayan câmi, insan kalbini gerçek sahibine taşıyabilir mi?

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Manacılığın modern maskesi 07 Nisan 2025 | 200 Okunma Câmiden şehre bakmak: Mekânın ruhu Hira'dan Mekke'ye 06 Nisan 2025 | 63 Okunma Yörüngesini kaybeden mimarî: Cami, mekân ve yön 04 Nisan 2025 | 83 Okunma Doğum Jurnali: Bingöl 31 Mart 2025 | 113 Okunma Ramazan, ümmîleşme seyrüseferi; bayram, ümmetleşme zaferi 30 Mart 2025 | 40 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar
Close menu