İkisine de işgal diyemez miyim?
Sirenler çalıyor. Bir anne çocuğunun elinden tutmuş sığınağa koşuyor. Yüzünde korku, ölüm korkusu. Korkunun gözlerinizi büyütmesi, çaresizliğin gözlerinizin etrafına hüzün...
Sirenler çalıyor. Bir anne çocuğunun elinden tutmuş sığınağa koşuyor. Yüzünde korku, ölüm korkusu. Korkunun gözlerinizi büyütmesi, çaresizliğin gözlerinizin etrafına hüzün çizgileri eklemesi. Çocuk, olanları tam idrak edemiyor ama annesindeki telaş, korku ona da bulaşıyor.
Bir patlama. Yakınlarda bir yerde. Annenin yüreği ağzına geliyor. (Haber diline nasılsa sokulan saçma sapan ‘yürekler ağızlara geldi’ deyimindeki gibi değil, yüreği koptu kadının, dudakları kurudu can havliyle, daha çok da çocuğunun canının havliyle.)
Anne çocuğunu kucağına alıyor, yere kapanıyor. Hayır bomba isabet etmedi, kadının aklının erdiği tek şey patlama olunca yere yatmak, belki sakin zamanlarda evdeki koltuğuna yaslanıp mutlu mutlu seyrettiği filmlerden öğrenmiştir.
Bütün gerekçeleri, bütün meşrulaştırmaları, bütün politik anlamlandırmaları bir kenara koyalım.
Sadece bu tasvirdeki trajediye, tek bir insanı bile böylesine korkutmaya, tek bir çocuğu bile ağlatmaya, tek bir kişilik endişeye değer mi savaş?
Değmemesi lazım.