Şova yaklaştıkça, Kur'andan uzaklaşıyoruz
Arnavutluk, komünistlikten yeni kurtuluyor. (Komünistlikten kurtuldu da matah bir şey mi oldu, ayrı mesele.) Ramazan’ın kıştan çıkmaya çalıştığı seneler. Ben arada Ethem Bey Camii’ne gidip vakit...
Arnavutluk, komünistlikten yeni kurtuluyor. (Komünistlikten kurtuldu da matah bir şey mi oldu, ayrı mesele.)
Ramazan’ın kıştan çıkmaya çalıştığı seneler.
Ben arada Ethem Bey Camii’ne gidip vakit
geçiriyorum.
Son cemaat mahallinde iki ihtiyar. Boylu poslu adamlar. Şişman.
Ellerinde büyük boy bir Mushaf. Sökmeye uğraşıyorlar.
Ağızları eğilmiyor. Eğilse doğrulmuyor.
Sanki yüklü bir traktör damperini çekiyorlar.
Hece hece... Mücadeleyle, ayeti tamamlıyorlar.
Sonra, koca gövdelerinden derin bir nefes.
Etraflarının farkında değiller.
Dinledim onları.
Nasıl sevimliler!
Uzun bir susuzluktan sonra, dudaklara değen ilk damlalar.
Dudaklara değen ilk Kur’an harfleri, ilk heceler.
İçeride ise minberin dibine diz çökmüş kara kuru bir Arnavut.
Teni kavruk ama aslı sarışın.
Çakır Sayvan’daki (Düzce) Kasım Dayı’yı andırıyor.
(Evleneceği kızı nasıl kaçırdığını bana anlatmıştı Rahmetli. Elinde girebi varmış. Diyordu ki, ‘ona hem cenneti, hem cehennemi gösterdim.’)
Son derece ciddi, Kur’an-ı Kerim’le meşgul olurken.
Büyük bir ihtiram.
O da dışarıdaki iki dev adam gibi, uğraşa uğraşa okuyor.
Mümkün olsa, hangi tilaveti istersin
deseler bana...
Ethem Bey Camii’ndeki o Arnavutların kalbiyle, onların heyecanıyla okumanın bana nasip olmasını isterdim. Hiç olmazsa bir ayet...
Bir zengin daveti. Düğündü galiba.