Tembellik iltifata tabidir
Önümde iki kitap var. Biri ‘Tembellik Hakkı.’ Yazarı, Paul Lafargua. Karl Marx’ın kızı Laura’yla evlenmiş, yani Marx’ın damadı. (Kırmızı Kedi.) Öteki kitap da “Erteleme Sanatı.”...
Önümde iki kitap var. Biri ‘Tembellik Hakkı.’ Yazarı, Paul Lafargua. Karl Marx’ın kızı Laura’yla evlenmiş, yani Marx’ın damadı. (Kırmızı Kedi.)
Öteki kitap da “Erteleme Sanatı.” (John Perry, Sel.)
Kitapların adına bakarak, “Bunları okumaya lüzum yok, biz zaten tembellik hakkımızı kullanıyoruz, erteleme sanatını da pek güzel icra ediyoruz” derseniz, haklısınız.
Ben, “Enteresan kitaplar. Keyiflidir herhalde” deyip okudum. Bir yıl kadar önce.
Bir hafta sonu yazısı çıkar bunlardan diye de düşündüm.
Sonra, ‘erteleme sanatı’mı bu kitaplar üzerinde icra ettim. Yani yazmadım.
‘Tembellik Hakkı’ haklı bir kitap ve tembellikle alakası yok.
Avrupa’da, kompradorların çoluk çocuk kadın erkek insanları günde 18-20 saat boğaz tokluğundan daha kötü şartlarda çalıştırdığı bir devirde yazılmış.
Adamın ana fikri şu: Oğlum, çalışsanız haliniz berbat, çalışmasanız da! O halde yaşasın tembellik:
Erteleme sanatını ise, herhalde John Perry, kendi tembelliğini anlamlı göstermek için yazmış.
Şimdi, tembellik yazmak niyetinde değilim. Aksine, ‘çalışmak’tan bahsetmek istiyorum. Kendimi ‘tembel’ bulmama rağmen.
Çünkü, hem kendi hayatımda, hem memleketin hayatında her baktığım yerde görüyorum tembelliği.
Gazetelere, televizyonlara bakın.
Üniversitelere bakın. İlim hayatımıza bakın.
Sanatçılarımıza, edebiyatçılarımıza bakın.
Hatta sporcularımıza bakın.
‘Marifet iltifata tabidir’ diye meşhur bir sözümüz var.
Şu anda neyin iltifat gördüğünü düşünün.
İlim adamlarımız bile, ilime değil, iltifat gören şeye daha çok meylediyor.
İlim yerine slogan.
Bazen, ilim adamı sıfatıyla ekrana çıkan insanları izlemeye çalışıyorum. Yok! Çalışma mahsulü bir söz, bir bilgi yok.
Çuvallar dolusu laf.
İlahiyatçısı, sosyoloğu, tarihçisi, hukukçusu, hepsi öyle.
İstisnaların elinden öperim. Ama gördüğüm kadarıyla o istisnalar ortalığa pek çıkmıyor. Her tarafta slogancılar, şarlatanlar kol geziyor!
Ama en azından toplumun büyük kısmının işi gücü var. İşi olmayanların da mazereti var: İş vardı da biz mi çalışmadık?
Öyle değil.
Bizim yaptığımız şeyin çalışmak değil bir tür geçinmek olduğunu görmek için doğru örneklere ihtiyacımız var.
Sefer Turan’ın Prof. Fuat Sezgin’le yaptığı ‘Bilim Tarihi Sohbetleri’nde ölçülebilir bir örneğe rastladım.
Fuat Hoca, 6 ay süreyle günde 17 saat çalışarak 30 ciltlik Taberi Tefsiri’ni okumuş. Bunu, Arapça öğrenebilmek için yapmış.
Söyleşi yapıldığı sene (2012) 82 yaşında olan Hoca, Sefer Turan’ın “Günde kaç saat çalışıyorsunuz” sorusuna şu cevabı veriyor:
“Şimdi tembelliğe başladım. Eskiden 17 saat çalışabiliyordum. Şimdi 3-5 saat azalttık.”
Var mı böyle tembellik?
Piyasada, Fuat Hoca’nın anlattığı şekilde bir çalışmanın, bir emeğin mahsulü olan bir mahsul, maalesef görmüyorum.
‘Ne var ki çalışacak? Çalış çalış, ne bulacaksın?’ sorusu saçma görünse de, bir an için ciddiye alalım.